İFADENİN BİTMEYEN ARAYIŞI: Alberto Giacometti

Pera Müzesi, 11 Şubat – 26 Nisan 2015 tarihleri arasında heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti’nin retrospektif bakış açısıyla hazırlanmış bir sergisini bizlerle buluşturdu. Sanatçının çocukluk döneminden başlayarak çeşitli dönemlerine ait örnek işler bir arada sunulmakta. Kabaca (ve bana göre) dört döneme (çocukluk-gençlik, kübist, sürrealist ve olgunluk dönemleri olmak üzere) ayırabileceğimiz işlerinde Giacometti’nin serüvenini rahatça takip edebilmekteyiz. İlk döneminde babasının etkisi, ikinci döneminde kübistlerin etkisi ve üçüncü döneminde ise surrealistlerin etkisinde kalan Giacometti, 1935 yılında keskin bir karar ile gerçeklik (kendince yorumladığı gerçekliğe dememiz daha doğru olacaktır.)  arayışına dönecektir. Hatta bu geçiş surrealistleri kızdıracak ve Breton’un eleştirilerine (aşağılama seviyesine yakın) de maruz kalacaktır. Bugünden baktığımızda ise çeşitli sanatçıları da etkileyen özgün işlerini bu döneminde ürettiğini söyleyebiliriz. Adeta sıradan bir sürrealist heykeltıraş olmaktan çıkıp modern zamanların Michelangelo’su olmuştur.

Sürrealist dönemi ve Man Ray fotoğrafları
Sürrealist dönemi ve Man Ray fotoğrafları

1935 sonrası işlerinde Giacometti ilk olarak insan figürlerinin uzaktan görünüşleri ile ilgilenir. Modelinden uzaklaştıkça büstleri küçülür ve minyatür hale gelmeye başlar. Daha sonrasında ise çok uzaklardaki insan figürlerini incecik yapmaya başlar. Onları doğadaki ağaçlara benzetir ve birbiriyle kesişmeyen ve insanlardan oluşan bir orman yaratır.

IMG_20150219_123659
İnsan ormanı

Bu minicik figürleri daha sonrasında ise devasa haller almaya ve meydanları doldurmaya başlar. Ayrıca bu dönemde figürlerin hareketleri de çok ilgisini çeker ve bunun en güzel örneğini yürüyen adam heykeli ile ortaya koyar. Bu heykel onun adeta imzası olur ve 2010 yılında o zamana kadarki en yüksek bedele sahip sanat eseri olarak satılır.

Yürüyen Adam
Yürüyen Adam
Duran Kadın
Duran Kadın

Yaklaşık olarak 1960’lardan sonra Giacometti, ruh ve bedeni bir arada yakalayarak mutlak bir gerçekliğe ulaşmaya çalışır. Bu arayışın kaynağında da “bakış” vardır. Bakışın merkezinde ve temelinde gözler olmak üzere burun, ağız ve yüz tarafından oluşturulduğunu söylemektedir. O nedenle heykellerini yaparken gözlerdeki ifadeyi yakalayabilmek için çok uzun süreler çalışmıştır. Bu durumu kendisi şu şekilde dile getirmektedir:

“Gözler için. Sadece gözler için. Bir gözü birazcık kopyalamayı becerilirsem -yaklaşık olarak- bütün bir başı elde edeceğimi hissetmekteyim. Aslında bundan eminim. Ne var ki bu tamamen imkânsız görünüyor. Neden? Bilmiyorum(!)”

Bakışlardaki derinliği yakalayabilmek Giacometti’nin en büyük saplantısı haline gelir. Ona göre yüzlerdeki herşey belirsizken gözler nettir. İlk olarak gözleri bitiriyor ve daha sonrasında herşey kendiliğinden geliyordu. Bu nedenle gözlerin yapımında ısrarcı oluyordu. Ancak ısrarcı olunduğunda yol alınabileceğini inanıyordu.

Bir gözü yapabilmek için yıllarca çalışır. Bu nedenledir ki çok fazla model de kullanmaz. Aslında bir çok konuda değişiklik yapmak ihtiyacı hissetmez. Mesela çevresini çok gözlemler ve Paris sokaklarında herşeyi yeniden ve bıkmadan resmeder. Heykellerine baktığınızda modeline sadece bir açıdan yaklaştığını, onların etrafında dolaşmadığını  rahatlıkla kavrayabilirsiniz. Atölyesini de hiç değiştirmemiştir. Doğduğu dağ köyüne sürekli geri dönmüş ve mutlaka zaman geçirmiştir. Kısacası her konuda ısrarcıdır.

Büstler
Büstler

Dünyaya bakışının fotoğrafik bir bakış olduğunu söyleyen ve hatta herkesin bakış açısının da böyle olduğunu iddia eden Giacometti bir çok fotoğrafçı tarafında da fotoğraflanmıştır.  Bunlardan oluşan ve genişçe sayılabilecek bir seçki de sergi kapsamında görülebilir. Bunlardan bir çoğu genellikle atölyesinde çekilmiş fotoğraflardan oluşuyor. Fotoğrafçılar ise René Burri, Robert Doisneau, Man Ray, Brassaï, Gordon Parks, Ernst Scheidegger, Sabine Weiss, Ugo Mulas, Jack Nisberg, Arnold Newman, Richard Avedon, Emmy Andriesse şeklindedir.

Giacometti portreleri
Giacometti portreleri

Aralarında çok çok önemli isimlerin olduğu bu fotoğrafçılar arasında Giacometti’nin en önemli iki portresini çeken ve bence sanatçının en iyi portreleri olan Henri Cartier Bresson (HCB)’nun olmaması kanımca bir eksiklik yaratmaktadır.

Fotoğraf: HCB
Fotoğraf: HCB
Fotoğraf: HCB
Fotoğraf: HCB

HCB ve Giacometti aralarında saygı ve dostluk bulunan iki arkadaştı. Fikrimce arkadaşlığın ötesinde de birbirlerini hem düşünsel anlamda hem de işlerindeki bakış açısı ve yöntem konularında etkilemişlerdir. İkisinin işleri ile ilgili sarf ettikleri sözcüklerden de bunu rahatlıkla görebiliriz. Belki de bu kadar paralel atan kalbe sahip olduklarından dolayı birbirine rastladılar. Zaten rastlantı ve tesadüf söz konusu olduğunda HCB, tanrı ve şeytandan ziyade bunlara inanmıştır.

Rastlantılardan bahsetmişken bu sergi ile ilgili rastlantılar da sürekli bana göz kırpıp durdu. 11 Şubat’ta olan açılışı heycanla beklediğimiz gece (10 Şubat gecesi) evde eski  aile albümlerine bakıyorduk. Bunların birinin içinden bir zarf çıktı ve zarftan da aşağıdaki kartpostal.

Giacometti kartpostalı
Giacometti kartpostalı

Kartpostal İsviçre’den bir fotoğrafçı arkadaşından gelmişti ve arkasında ilk Leica kamerasını aldığını yazıyor. Bu fotoğrafın çekildiği kamera… Ertesi gün sergiye gittik ve büyülendik. Sergi çıkışı, ülkemizde fotoğraf üzerine çokca yazılar yazmış ve 2007 yılında kaybettiğimiz Samih Rifat’ın “Akla Kara Arası” isimli kitabını almak için Yapı Kredi Yayınları’nın Galatasaray’daki kitap evine uğradık. Kitap aslında uzun süre önce yayınlamış derleme bir kitap. Nedense bunca yıl haberim olmasına rağmen almayı unuttuğum bir kitap. Görevliden kitabı istedim ve yukarıdaki raflardan birinden kitabi çıkarıp bana uzattı. Kitabı elime aldım ve rastgele bir sayfa açtım. Açtığım ilk sayfa aşağıdakiydi.

 

Sabih Rıfat "Akla Kara Arası"
Samih Rifat “Akla Kara Arası”

Bu güzel “rastlantılar” kulaklarımıza Giacometti’nin, HCB’nun ve Samih Rifat’ın sözlerini fısıldıyor. Ne güzel mutluluk!

Sergi Notları: Sergiye 4 defa uğradım ve bu konu ile ilgili de birşeyler yazmak isterim. Pera Müzesi uzun zamandır hep taktir ettiğim işlere imza atan ve gerçekten kâr amacı gütmediğine inandığım bir kurum. Hiç bir fiyatı (giriş ücretleri, kafesi ve mağazası) faiş bulmadığım gerçek anlamda bir vakıf işletmesi. Ayrıca güler yüzlü çalışanları için de ayrı bir teşekkür etmek isterim.

Bu sergi özelinde ise gerçekten retrospektifi yansıtacak şekilde eserler seçilmiş. Ayrıca sergi kapsamındaki videoda çok başarılıydı. Sergi kataloğu da teknik olarak güzel hazırlanmış. Tek kusuru çeviriler diyebilirim. Sanırım kitap İngilizce hazırlanmış ve daha sonra Türkçe’ye çevrilmiş. Çok basit bir İngilizce (çok fazla sanat, felsefe v.b. terimi içermiyor.) olmasına karşın çeviri (özellikle kitabın orta kısımlarında) çok kötüydü. Yine de alınması gereken bir katolog olmuş.